küçükken her şey olmak istiyordum. kendi kendime radyo programları yapıyordum mesela. konuk olarak katılmışım, çalışmalarımdan bahsetmemi istiyorlar. Allah ne verdiyse sıralıyorum: oyunculuk, yazarlık, doktorluk, gazetecilik, şarkıcılık… hepsini bir arada yürütmenin mümkün ve keyifli olduğundan söz ediyorum. programı sunan da benim tabii. sunarken başka, konuk olarak cevaplarken başka sesle cevap veriyorum. ;D
çocukken her şey olabiliyorduk. istiyor ve harekete geçiyorduk, istediğimiz zaman istediğimiz oyunda. büyüyünce nereden çıkarıyoruz bu “bir şey” olma ve onunla önemli hissetme telaşını? olsan bir türlü, olmasan bin türlü… -telaş etmesek olacağımızı olacağız zaten, olmayana bakıp bakıp iç geçireceğimize.
küçükken istiyoruz ve hemen kuruyoruz sofrayı: “şimdi ben mahsusçuktan yemek yaptım, sen de yiyeceksin tamam mı?” “tamam : )” — “nasıl olmuş?” “mmm… nefis! çok güzel olmuş, nasıl yaptın, anlatsana!” “bak anlatayım, şimdi önce. . . ”
sonra sonra ağzımızın tadını kaçırıyor gerçeklerle gerçekleşmeyenler arasına sıkışıp kalmak. açlıktan dem vurup aşçıyı dışarıdan beklemek yorucu. yorulunca ne oluyor? coşkunun yerini asık yüz; oyunların yerini bozgun alıyor.
~
+pardon, bakar mısınız? yaşama sevincinizi düşürmüşsünüz de…
–aa, çok teşekkür ederim!
+rica ederim : ) neyse ki yetiştim, duydunuz sesimi.
–hay Allah, çok telaş etmişsiniz. gelin, şöyle biraz soluklanın siz de.
(; & 😉
~